Pazartesi, Mayıs 06, 2013

Daha Ne Yapacaktı: MVP Lebron James!



Nba  yönetimi Miami Heat’in süperstarı Lebron James’in 2012-2013 sezonunun en değerli oyuncusu (Most Valuable Player) olduğunu açıkladı. Aslında açıklamasına çok fazla ihtiyaç duyulmadı zira Lebron James ve Miami Heat öyle sezon geçirdiler ki başka kim olacaktı ki soruları sormak abes kaçar.

İlk olarak MVP olabilmek için neler yapmanız gerekli, neye ihtiyaç duyuyorsunuz bunları kısaca anlatmaya çalışacağım.

1) Her şeyden önce takımınız ligin elit takımlarından biri olmalı. Ligin elit takımları da o sezon sonunda ligi ilk 4 sırada tamamlayan ve olağanüstü bir çıkış, ivme veya değişim gösteren takımlar olarak göze çarpıyor. Tabi ki de bu olmazsa olmaz bir kural değil zaten böyle olsa ilk 4te yeri olmayan New York Knicks’in yıldızı Carmelo Anthony’nin mvp yarışında adı bile geçmemeli. Carmelo bu sıralamaya işte “olağanüstü bir çıkış, ivme veya değişim gösteren takımlar” kontenjanından katıldı. Burada anlatmak istediğim ilk olarak bakılan oyuncudan ziyade takımının performansı ve konumu.

2)  Oyuncunun takımı içindeki konumu, liderliği, alınan galibiyetlerdeki rolü ve o olmadığında oluşan boşluğun büyüklüğünü ikinci sıraya koyabiliriz. İşte burada da Kobe Bryant, Kevin Durant, Chris Paul ve Carmelo Anthony gibi isimleri biraz daha parlatıyor. Örneğin, düz mantıkla Miami Heat’te Lebron oynamazsa “boşver abi orda Wade ile Bosh var ya” diyebilir birçok insan. Ama bu saydığım 4 oyuncunun takımlarına bakarsak, bu oyuncular dışarıda kaldığında ciddi güç kayıpları oluşuyor. Böylelikle, tek superstarlı veya daha mütevazi takımların iyi oyuncuları biraz daha parlama şansı buluyorlar.

3) İstatistikler. Belki de kararın verilmesinde en büyük etken ve yardımcı bu rakamların anlamları oluyor. Sayı krallığında nerede, kaç ribaund alıyor, kaç asist yapıyor, o sahada olmadığında takımının güç dengesi ne kadar eksiye kayıyor ve en önemlisi belki de verimlilik indeksi ne? Evet, çok sayı atıp, ribaund alıp, asist yapabilirsiniz ama ne kadar verimli yaptığınız çok ama çok önemli. İşte bu konuda bir adam, bir özel insan çok büyük fark atıyor. O da zaten bu senin ve toplamda 4 yılın MVP’si Lebron James. İleriki paragraflarda bu sihirli rakamlara değineceğim dostlar.

4) Takımın ve oyuncunun ligde yarattığı hava. Mesela, galibiyet serileri, arka arkaya atılan 40+ sayılar, düşman sayılan veya daha kibar ve modern dille “ezeli rekabet” ettiğiniz takımlara karşı alınan galibiyetler, geçen sene playofflarda eşleştiğiniz takımlara karşı sağlanan üstünlükler Nba medyasında çok geniş yer tuttuğu için doğal olarak eğer siz bu takımların birinin yıldızı iseniz MVP sıralamasında bir anda önlere fırlayabiliyorsunuz. Tıpkı son ayda Carmelo’nun sayı krallığına ulaşırken ki inanılmaz skor performansı ve takımının yakaladığı galibiyet serisi gibi. Sırf bu dönemde Carmelo MVP sıralamasında 1. sıraya kadar yükseldi.

5) Büyüklük. Evet, sadece büyüklük. İnsanlara, medyaya, taraftarlara ve basketbolla alakası olmayan insanlara verdiğiniz güven duygusu. Karizma da diyebiliriz buna. Eğer bir oyuncunun hakkında “olsun abi o takımda X var, asla kolay lokma değil, ne yapacağı belli olmaz” deniyorsa zaten MVP adayıdır. Başka bir örnek vermek gerekirse, MVP yarışında 1. Lebron, 2. Durant, 3. Anthony oldu ancak şu anki playoff eşleşmelerine bakarsak insanlar OKC ve MIA için turu geçer diye direk söyleyebiliyorlar ancak NYK için bu denemiyor. Çok sağlıklı bir karşılaştırma olmasa da (takımların güç dengeleri ve eşleştikleri rakipler farklı olduğu için) yine de büyüklük ve güven kavramları hakkında gerekli açıklamayı veriyor.
MVP

Şimdi bu senenin MVP’sine gelirsek, zaten bu adamdan başka kim alacaktı ki deriz sadece. Takımı ligi domine etmiş, lig tarihinin en uzun galibiyet serisine ulaşmış (27 maç); kendisi ligi verimlilik ve etki indekslerinde zirvede tamamlamış, arka arakaya 6 maçta %60 şut yüzdesiyle 30+ sayı üreten lig tarihindeki tek oyuncu olmuş bu adamdan başka kim alacaktı bu ödülü? 26.8 sayı, 8 ribaund, 7.3 asist ortalamaları yakalamış (ayrıca bu üç istatistikte de takımının lideri olmuş), %22.1 ile takımına ve sahaya etki etmiş, %60,3 verimlilik indeksi yakalamış bu adam gerçekten de bu ödülü fazlasıyla hak etti. Öyle bir sezon geçirdi ki geriye tek bir şey kaldı: Şampiyonluk. Zaten şu anda büyük bir aksilik olmazsa da şampiyon olacaklar.

Aslında Lebron olmasaydı bu ödülü hak eden tek bir isim vardı o da Kevin Durant’ti. Ancak, Miami öyle bir sezon geçirdi ki maalesef Oklahoma’yı gölgede bıraktılar. Yoksa istatistiksel olarak bakıldığında Durant’in Lebron’dan pekte aşağı kalır bir performans sergilemediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Sıralamayı 3. sırada bitiren Carmelo Anthony için ise tek söylenecek şey, New York Knicks’in beklenen ve tahmin edilenden daha iyi bir sezon geçirmesi, onun sayı krallığını elde etmesi ve sezonun ilk bölümünde savunmada yaparak artık gerçek bir lider oldum imajını yaratması bu sıralamaya girmesinde ona çok büyük kolaylık sağladı. Ama bir Melo hayranı olarak şunu söylüyorum ki MVP olsaydı tarihin en büyük şakası olurdu. Daha birkaç sezon var önünde bu iş için. Kendisini playofflarda da kanıtlaması gerekiyor ayrıca.


                                                                                                                      Mert Yücetepe

Çarşamba, Nisan 17, 2013

Dimitris Diamantidis Vurdu 2-1 Oldu.


Herhalde az biraz Euroleague takip eden basketbolseverlerin zevkten 4 köşe olduğu bir seriyle karşı karşıyayız. Avrupa’nın zirvesinde iki elit takım kıran kırana bir mücadele veriyor, öyle bir mücadele ki bu üç maç sonunda skor farkı sadece 5 sayı. Maçların ne kadar başa baş geçtiğinin en net göstergesi bu istatistik.

Aslında bu maçlar bir seri olmaktan ziyade, basketbol felsefesinin sahaya yansıması diyebiliriz. En kritik bir hata bu tarz maçlarda galibi belirliyor zaten neredeyse kusursuza yakın bir mücadele var sahada. Panathinaikos maça çok hızlı girdi. İlk periyot skoru 20-10 Pana lehineydi. Barcelona resmen dondu ilk periyotta. Böylesine hücum potansiyeli yüksek bir takım Pana’nın yaptığı savunmayı bir türlü çözemedi. Hücum tıkandı. Pana cephesinde ise müthiş adam, mükemmel lider ve zeki insan Dimitris Diamantidis önderliğinde hunharca Barçanın üzerine gitti.

İşler ikinci çeyrekte de çok fazla değişmedi aslında. Sadece iki takımın da savunması biraz düşünce Barça 19, Pana ise 18 sayı üretti ve devreyi 9 sayı önde kapattı. Bu 9 sayı o kadar şaşırtıcı ki, böylesine yakın geçen bir maçta 20 sayılık bir farka karşılık geliyor.

Barcelona üçüncü çeyreğe fırtına gibi girdi. Alan savunmasıyla Panathinaikos’u şaşırtmayı, afallatmayı ve en önemlisi durdurmayı başardılar. Hücumda ise, 2.18m’lik dev uzunu Tomic ile sayılar bulup yavaş yavaş farkı eritmeye başladılar. Hücumlar sırasında en dikkat çeken şey ise, Barcelona’nın en büyük kozunun olduğu pota altına daha rahat top indirebilmeye başlaması ve pota altında nereden hücum ediliyorsa tam ters yönde köşeye bir şutör yerleştirerek savunma gömüldüğünde topun köşeye gönderilmesi ve orada 1 fake veya penetrenin ardında kolay sayılar bulmaya başlamasıydı. Öyle ki, Panathinaikos’un ilk periyotta 10 sayı öne fırlaması gibi Barcelona 3. çeyrekte 22-12’lik seriyle farkı kapayıp 1 sayı önde girdi son çeyreğe.

"Örümcek Adam"
Son çeyrekler için, büyük oyuncularla yıldız oyuncuların ayrılacağı, sorumluluk alabilenle alamayan korkakların gözler önüne serileceği ve en önemlisi galibin belirleneceği 10’dklık süre dilimi desek yanlış olmaz. İşte burada Panathinaikos’un elinde öyle bir kozu var ki sadece bu adama şapka çıkartılır; Dimitris Diamantidis, namı değer “Örümcek Adam”. Öyle bir lider ki onu öne çıkaran şey son periyotta attığı iki tane çok ama çok kritik üç sayı atışı değil. Onun parkede olması tüm takımı 2 seviye yukarı çıkarıyor, her pozisyonda hata yapan oyuncuya ilk azarı o kayıyor sonrasında tekrar maça odaklanması için motive ediyor, hücumda tüm dikkati üstüne çekerek arkadaşlarına boş şut veya kolay turnike imkânı sağlıyor, savunmada rakibin yıldızını tutuyor bu adam. Daha ne yapsın değil mi? Belki, en önemli yaptığı şey, onun oyuna damga vuran bir hareketinden sonra Panathinaikos’un inanılmaz ateşli taraftarının közünün tazelenmesi ve alev alması olarak anlatabiliriz. Resmen salonda bir anda ses patlaması oluyor, seyirci hemen oyuna giriyor. Sonuç olarak, bu tarzda bir oyuncunuz varsa son periyotlardan çekinmezsiniz; aksine rakip üzerinde psikolojik baskı kurar onları strese sokarsınız. İşte Pana Barcelona’daki 2. ve dünkü maçta aynen bunu yaptı. Öyle ki, maçın en kritik anlarında, şutu olmayan bir oyun kurucunun ne kadar küçük düşebileceğine tanıklık ettik. Victor Sada. Çoğu oyun kurucunun sahip olmadığı atletizme sahip iken ve sıradan bir oyuncunun sahip olduğu şut yeteneğini bulundurmuyor. İki pozisyon, ki böyle bir maçta olamayacak şekilde, boş kalmasına rağmen resmen topu potaya a-ta-ma-dı. Maçı 0/2 iki sayı 0/3 üç sayı yüzdesiyle -5 index puanıyla tamamladı. Navarro’yu aramak zorunda kaldı nitekim hücum hüsranla sonuçlandı. Resmen komedi izledik. Navarro demişken Yunan taraftarların İspanyol oyuncuların faul pozisyonlarında aşırı reaksiyon göstermeleri ve abartmalarından dolayı sevmediği isimlerin başında geliyor. Ama o da büyük bir oyuncu olduğu için, baskından etkilenmeyip 17 sayıyla maçın en skoreri oldu ve 18 index puanıyla oynadı ancak mağlubiyeti engelleyemedi.

Bu maçla ilgili yazacak çok şey var, o yüzden yazdıkça yazası geliyor insanın ama şimdilik burada bitirelim. Basketbolseverleri bu inanılmaz seriyi izlemeye davet ediyor ve basketbol adına yapılan doğruları dikkatle gözlemlemelerini tavsiye ediyorum.


Mert Yücetepe


Karşılaşmanın İstatistikleri İçin:
http://www.euroleague.net/main/results/showgame?gamecode=243&seasoncode=E2012#!boxscore

Cuma, Nisan 05, 2013

Çok Soru İşaretli Son 8



Kim ne derse desin dün İspanya’da oynanan maçta Real Madrid’in kazanma şansı %99’du. Nitekim maç daha ilk çeyreğin sonunda koptu ve hafta içi Anadolu Efes cephesinden yapılan açıklamaların bir balon olmadan öteye gitmedi. 86-66.

Anadolu Efes’teki form düşüklüğünü gözlemlemeniz için çok iyi bir basketbol takipçisi olmanıza gerek yok. Az çok istatistiklere bakmayı bilen herkes görebilir ki; ilk 8 maçta 7 galibiyet alan bu takım sonraki 6 maçta 2 galibiyet 4 mağlubiyet aldı ve her şeyden önce gruptan 3. çıkma sansını rakibi CSKA Moskova’ya bıraktı. Eğer CSKA Moskova-Panathinaikos maçında PANA kazansaydı; Anadolu Efes Olympiakos’la eşleşmek yerine Barcelona ile eşleşecekti ki zaten kafadan elenecekti. Zaten bu son maçlar da 2010 Dünya Şampiyonası’nda Sırbistan'a karşı son pozisyonda Kerem Tunçeri’nin basketiyle sonuçlanmasının dışında kaderimizi hep rakiplerimiz belirledi. Bu bizde bir hastalık adeta.

Maça dönersek, Anadolu Efes maça o kadar isteksiz başladı ki sanki buraya takım olarak gelmemişler de oyuncular biletlerini kendi alıp ayrı ayrı gelip maça çıkmış gibilerdi. Bunu zaten ilk üç hücumda hiçbir şekilde takım hücumu olmayışından tamamen bireysel yetenekler üzerinde hücum etmemizden de anlayabiliriz. Hücum da o kadar dağınık hareket ettik ki; rakibe istemenden de savunmamız oturmadan yakalandık. Savunma oturmamışken hiçbir İspanyol takımına, Maccabi Tel Aviv’e ve Montepaschi Siena’ya yakalanmayacaksınız. Tabii ki de sadece bu 3 takım savunma oturmadığında ceza kesmiyor, Avrupa Liginde oynayan her takım az çok ceza kesebiliyor ancak bu 3’ü affetmiyorlar. Real Madrid’in ilk çeyrekte muazzam üçlük atması ve hızlı hücumlardan kolay sayılar bulması daha ilk çeyrekte farkı 11 sayıya getirdi. Biz ise ilk çeyrekte sadece 2 assist yapabildik bunlar da zaten Jordan Farmar’ın mükemmel pasıyla Jamont Gordon’un turnikesi ve Shipp’in pasıyla Semih Erden’in turnikesinden ibaretti. Aslında maçın özeti daha ilk çeyrekte belli oldu.

İkinci çeyrekte biz top kayıplarına devam ettik onlar ise üçlük atmaya. Savunmayı tam oturtmaya başladık bu seferde hücumda ceza kesemedik; beklediğimiz üçlük de bir türlü gelmeyince takım bir türlü motive olamadı ve fark istemediğimiz boyutlar olan 17 sayıya geldi ilk yarı sonunda.

İkinci yarıda biraz toparlanır gibi olduk sonrasında basit hatalarımızla (top kayıpları, faul hakkımızı erken  doldurmamız ve sportmenlik dışı faul gibi ögeler) Real Madrid’e kolay sayı şansı tanıdık ve onlarda bu zaafları çok iyi değerlendirdiler. Öyle ki maçta en az 8-10 sayıyı biz ya sayı bulduktan ya da anlamsız bir şuttan sonra hızlı gelen Real Madrid’li oyuncuların turnikesi sonucu yedik. 0 çaba %100 hızlı hücum.

Maçta bir Euroleague maçı için çok fazla sayılabilecek 4 tane alley-oop yedik ki bunların ikisi tadından yenmez. Özellikle Rudy Fernandes’in Savanovic’in üzerinden vurduğu smaç enfesti. Diğeri ise Marcus Slaughter’ın Barac üzerinden vurduğu idi. Buna bir paragraf ayırmazsam basketbolun güzelliklerine ayıp etmiş olurdum.

Rudy Fernandes Savanovic'in Üzerinden..
Anadolu Efes, son 8 öncesinde kötü sinyaller veriyor. Vujacic hiç iyi dönememiş sakatlıktan, hala form tutamadı. Bu sorun yerel ligde Sasha’ya daha fazla süreler verilerek aşılabilir. Takım savunması Top 16’nın ilk kısmındaki gibi değil, Jordan Farmar fazla bireysel oynamaya başlamış ve Semih’in istikrarsızlığı tartışma konusu. Bu ögeler Olympiakos gibi kesinlikle küçümsenemeyecek bir takım karşında çeyrek finalde canımızı fazlasıyla yakabilir.


                                                                                                                      Mert Yücetepe





Çarşamba, Mart 20, 2013

Avrupaya Damga: Pınar Karşıyaka!



Bilindiği üzere, Euro Challenge kupasında çeyrek final maçları 3 maçlık seri üzerinden oynanıyor ve 2 yapan kazanıyor. İlk maç İzmir’de yine inanılmaz bir taraftar (kesinlikle seyirci değil) önünde 76-74’lük skor ile Paris Levallois lehine sonuçlandı, ikinci maç ise 72-66 skor ile temsilcimizin galibiyetiyle bitti. İş son maça kaldı ve ev sahibi avantajının da bizden yana olması, son maç öncesi umutları artırdı.

Paris Levallois maça 7-0’lık bir seriyle başladı burada Karşıyaka’nın biraz baskı yaşaması ve savunmayı oturtamamasının etkisi vardı ancak o baskıcı savunmanın devreye girmesiyle 7-0’lık seriye daha iyisiyle 12-0’lık seriyle cevap verdi İzmir temsilcimiz. Zaten bu seri taraftarları da oyuna soktu ve inanılmaz bir atmosfer oluştu İzmir’de. Öyle ki her baskette büyük bir alkış tufanı kopuyor ve “oleeeeeey” sesleri yükseliyor, top rakibe geçince de kulakları sağır edecek bir ıslık devreye giriyor. Gerçekten taraflı-tarafsız herkesin beğenisini toplayabilecek bir kalabalık vardı maçta. Savunma ve seyirci baskısı rakip takımı dondurmuş olacak ki 7 sayı attıktan sonra periyot bitimine kadar sadece 1 sayı buldular. Ekibimiz ise tekrardan 9-1’lik bir seriyle ilk periyotu 21-8 gibi ezici ve mesaj veren bir skorla kapattı.


Pınar Karşıyaka Taraftarı

Robert Dixon gibi bir oyun kurucuya sahip olmak çoğu kişi için soru işaretleri içerir. Bu tarz oyuncular bir sinerji yakalanırsa –Karşıyaka’da tam olarak gerçekleşen şey de bu zaten- takımı 1-2 seviye değil 3-4 seviye yukarı taşırlar. Çünkü kendi takımları olarak görürler ve sahiplenirler. İlk periyotta 7 sayı 3 assist 2 ribaund yapması da zaten bu sebepten dolayı oluyor. Pota altında inanılmaz atlet Abdul Aminu ve müthiş solak William Thomas çok iyi ikili olmuşlar; hem savunmada hem de hücumda bu takımın ana parçalarından iki isim de. Bir de her işi yapan Melvin Sanders var ki bu tarz oyuncular her takıma lazım. Hem savunma yapabiliyor hem de hücum, ceza şutlarını kesme konusunda da inanılmaz istikrarlı. Takımın Türk parçaları da oldukça kaliteli isimlerden oluşuyor: başta Ümit Sonkol, Evren Büker, Soner Şentürk ve Can M. Mutaf olmak üzere iyi seçilmiş ve bir arada sorunsuz oynayabilen oyuncular, Karşıyaka’nın başarısında büyük paya sahipler.
Robert Dixon 22 sayı ve 6 assist ile takımının lideri oldu

Maça geri dönersek, ilk periyotta yakalanan o hava ile Pınar Karşıyaka bir daha arkasına bakmadı aslında. Maç seyir zevki açısından çok kaliteliydi. Öyle ki üçlük desen var, top çalma desen var, savunmada hırs desen var, taraftar var; alley-ooplar havada uçuşuyor zaten başka da bir şeye gerek yok. Özellikle Aminu öyle smaçlar yaptı ki maçta resmen Blake Griffin’in Los Angeles’a yaşattıklarını, yaptığı etkiyi İzmir’e yaptı. O smaç bastıkça ortam coştu da coştu. Rakip takım sadece 3. çeyrekte ekibimize üstünlük kurabildi o da 4 sayı ile sınırlı kaldı (28-24). Son çeyrek artık süreye oynandığı için skor bakımından da bu maç için kısır sayılabilecek (17-15) bir skor ile geçti ancak ekibimiz kazanmasını bildi ve salondan 85-69 gibi ezici bir skorla ayrıldı.

Bu galibiyetle Pınar Karşıyaka Euro Challenge kupasında son 4 takım arasına adını yazdırdı. Çok büyük başarı ancak aslında her şey buradan sonra başlıyor. Nisan ayının sonlarına doğru oynanacak maçlar çok önemli. Ayrıca Pınar Karşıyaka Final 4’un Türkiye de düzenlenmesi için taleplerini de iletmiş. Burada geçen senenin Şampiyonu Beşiktaş’ın katkıları da azımsanamaz. Geçen sene de Türkiye’de düzenlenmesi için başvuruldu ancak ne yazık ki düzenlenemedi. Şimdi son şampiyon Türkiye’den çıktı, yine 4 takım arasında bir Türk takım var ve prosedür gereği son 4 takımın olduğu ülkelerden birinde yapılacak olan final serisi için şansımızı çok yüksek görüyorum. Pınar Karşıyaka seyircisinden etkilenmeyecek takım olmayacağı için Pınar Karşıyaka kupa için de otomatikman favori olacaktır. Ayrıca, Beşiktaş’ın o büyük başarısından sonra bu organizasyonu sonuna kadar hak ettiğimizi de düşünüyorum.


Umarım, Pınar Karşıyaka 2013 Euro Challenge kupasının şampiyonu olur ve 2012’de Beşiktaş’tan sonra bunu başaran takım konumuna yükselip, bu kupaya Türk takımlarının ambargo koymasının yolunu açar. Ülkenin basketbola verdiği önem ve yatırımların karşılığı böyle ödeniyor. Sponsorlarınıza da yatırımın karşılığını vermiş oluyorsunuz. Avrupa’nın 3. kupası da olsa kimse küçümseyemez sonuçta Avrupa’da yabancı takımlara karşı elde edilmiş bir zafer olacaktır.

Tebrikler ve Başarılarının Devamı Pınar Karşıyaka…

                                                                                                                          Mert Yücetepe






Perşembe, Mart 07, 2013

İlk 2 İçin Atılması Gereken Bir Adımdı


Kazanılması gereken bir maçı çok rahat olmasa da kazanmayı bildi Anadolu Efes ve grupta ilk iki sırada bitirme mücadelesinde yer almaya devam etti. Maç gitti, geldi ve en önemlisi; sonunda gülen tarafın bizim olmamızdı.

Rakibin tur atlamak için şansı kalmamış –olsa bile zor- olması onların maça daha rahat bir kafayla konsantre olmasını sağladı. Böyle olunca da beklenmedik bir şut yüzdesiyle karşılaştık. Neredeyse yayın arkasından ne attılarsa girdi. 11/21 (%52,4) gibi akıl almaz bir üçlük yüzdesiyle oynadılar. Özellikle Dashaun Wood 6/10 üçlük yüzdesiyle her kırılma anında başrolü oynadı. Perdelerden çıkıp attığı üçlükleri hiç kaçırmadı. Başta Doğuş Balbay’la savunmayı deneyen Oktay Mahmuti daha sonra Sinan Güler’i bu ismi savunması için göreve çağırdı ancak bu iki isimde çok başarılı olamadı Wood karşısında.  İlk periyot 28-24 gibi Euroleague için oldukça yüksek bir skor ile temsilcimiz lehine bitti. Burada geçiş hücumlarının çok olması ve savunmanın bu yüzden bir türlü oturmaması en büyük etkendi.

O kadar hızlı bir basketbol oynandı ki, savunmalar yerleşemedi, sertlik bir türlü artamadı. Böyle olunca da zaten genelde bu tarz hücum eden Alba Berlin maçtan kopmadı, her hamleye cevap verebildi. Maçın büyük bölümünde iki ekip de seriler yakalasa da bunlar savunmaların yumuşak olmasından dolayı maçı koparmak için etkili olmadı. 

Üçüncü çeyreğe hızlı giren Alba Berlin arka arkaya sayılar bularak maça yeniden ortak oldu hatta öne geçmeyi başardı. Daha sonrasında Semih Erden’in her iki pota altında da etkili oyunuyla biz de maçın kopup gitmesine izin vermedik. Semih, konsantre olduğunda gerçekten bulunmaz bir oyuncu Avrupa için. Savunması ve hücumu etkili, fiziği gayet iyi ve boyuna, pozisyonuna göre çok iyi bir saha görüşüne, pas yeteneğine sahip. Ancak, ne derece odaklandığına gelirsek; 2-3 maçta 1 bu durumu görebiliyoruz. Bunu daha uzun sürelere yayabilirse NBA yolu yeniden açılır onun için ancak tersi durumda sorgulanmaya, yeteneğini kullanmadığı ve lakayt olduğu için eleştirilmeye fırsat vermiş olacak.

Semih Erden
Maçın son çeyreğinde, Anadolu Efes Jordan Farmar kozuyla maçı koparmasını bildi. Son dakikalarda, şut saatinde 4sn kalmışken attığı bir üçlük var ki Anadolu Efes’e hayat verdi. Ardından potaya hamle yapıp serbest atış çizgisine geldi ve 2/2 ile farkı artırmamızı sağladı. Aslında tam Farmar’lık bir maçtı çünkü “run-run” dediğimiz sürekli hızlı hücum temposunda oynandı maç. Kendisi o kadar atlet ve hızlı ki zaten Avrupa’da bir numara pozisyonunda o çevikliğe sahip kaç oyuncu var tartışılır.

Bir paragrafta Sinan Güler için açmak istiyorum. Benim en çok eleştirdiğim oyuncuların başında gelir Sinan çünkü çok potansiyelli ancak bunu kullanamıyor sahaya yansıtamıyor. Savunmada uzun kolları ve atletik yeteneğiyle her zaman kaliteli bir oyuncu olmuştur Sinan Güler. Ergin Ataman zamanında Beşiktaş’a gelip bu yönüyle parlayıp, Anadolu Efes’in dikkatini çekmedi mi zaten? Ancak şu şut işi onu çok bozuyor. Dünkü maçta 3. periyotun bitiminde attığı üçlükten sonra bu kadar çok sevinmesini başka bir şeye bağlayamayız herhalde. Ama "yiğidi öldür, hakkını yeme" demiş atalarımız, dün çok iyi bir maç çıkardı. 4/6 saha içi yüzdesiyle oynadı ve 2/3 üçlük attı. Savunmada Wood’u nispeten yavaşlattı. Umarım kendisi bu maçı iyi irdeler ve üzerine koyarak devam eder.

Anadolu Efes 8 galibiyet 2 mağlubiyetle, şu an için Real Madrid’in arkasında, CSKA Moskova’nın hemen önünde bulunuyor. Zaten Anadolu Efes’in son haftadaki Real Madrid maçına kadar kayıpsız gidip, R. Madrid ile liderlik için İspanya’da mücadele etmesi gerekiyor. Eğer ilk 2 de bitirebilirse grubu, bizim için Final 4 çok ama çok yakın diyebiliriz.

                                                                                                          Mert Yücetepe


Cumartesi, Mart 02, 2013

Yazık Oldu…

Aslında her şey istediğimiz gibi başladı. Düşük tempoda geçen bir maç. Pota altından hücum etmeye çalışan bir rakip, buna karşılık 4 numara ve kısalar üzerinden cevap vermeye çalışan Anadolu Efes.

İlk periyotta Yunan ekibi Sofo’nun muazzam fiziğinden yararlanmak, Anadolu Efes uzunlarına faul problemi yaşatmak ve kolay sayılar bulma felsefesiyle hücum ediyordu. Bu konuda başarılı da oldular aslında. Biz ise, Savanovic’in kritik üçlükleriyle ayakta kaldık. Öyle ki Savanovic bu maç için en kritik oyuncumuzdu. Rakip takımda onunla tam anlamıyla eşleşebilecek bir uzun olmadığı gibi, dış şut tehtidiyle de rakibin savunma planlarlarını bozuyordu. Bu sayede Anadolu Efes 21-19 önde kapattı ilk periyodu.

İkinci periyotta da aslında çok fazla bir şey değişmedi iki takım açısından da. Bir ara Panathinaikos 8 sayılık bir fark elde etse de Anadolu Efes bu farkı eritip oyuna ortak olmayı başardı.

Bir Türlü Ritim Tutturamayan J.Farmar
Üçüncü periyotta skor kısırlığı yaşandı ekibimiz adına. İdeal beş bir türlü yakalanamadı bunun ötesinde Jordan Farmar oyuna bir türlü giremedi ve Sasha Vujacic’in eksikliği hissedildi. Öyle ki; onun yerine görev alan Sinan Güler iki tane facia üç sayı denemesi yaptı ki tam evlere şenlik. Üzülerek söylüyorum ki ilgili bir basketbolsever olarak gözlemlediğim en kötü solak şutörlerden biri – bir diğeri de abisi Muratcan Güler- . Bir ara düzeltmişti şutunu ancak ana rotasyonda yer almadığından ve az süre almaya başladığından olsa gerek üzerine çalışmayı bırakmış olmalı. Savunma kısmında katkı veriyor ancak o kelepçeliği de azalmış Sinan Güler’in. Sasha Vujacic son haftalarda inanılmaz formdaydı ve bunun da ötesinde savunma yapıyordu. Zaten saf bir şutör olan Sasha aslında böyle kritik maçların adamıydı desek yanlış olmaz.

Dananın kuyruğu son periyotta koptu. 4. periyotlar Euroleague’de çok ama çok önemli. Galibi belirleyen çeyrek bu çeyrek. İşte tam bu bölümde üçlükler yağmur oldu yağdı Anadolu Efes potasına. 4 tane üçlük yedi ve 16-0’lık seri Anadolu Efes’e havlu attırdı. Anadolu Efes ise son çeyrekte sadece 11 sayı bulabildi. Geriye kalan tek şey 13 sayılık farkı korumak olacaktı. Şanssız bir maç sonu oldu bizim için. Ama şu bir kez daha görüldü ki düzen içerisinde kullanılan üçlükler çok önemli rol oynuyor Avrupa mecrasında. İçeride inanılmaz bir mücadele var ve ancak dış şutlar bu bölgeyi rahatlatıyor; rahatlatmakla da kalmıyor fark yaratıyor. 

Haftaya Alba Berlin’le deplasmanda karşılaşacak Anadolu Efes ve bu maçı kaybetme lüksümüz yok. Kazanıp tekrardan bir hava yakalamak lazım, buraya kadar gelmişken en azından ilk iki de bitirmek gerek grubu.


                                                                                                                         Mert Yücetepe



Perşembe, Şubat 28, 2013

60 Olacak Mı?


Maçtan önce -yazımı yazmadan önce- başlığım belliydi aslında. Son anda Serhat Çetin’in kadrodan çıkarılmasıyla (mide zehirlenmesi) da kesinleştirdim bu başlığı kullanmayı. 60 sihirli bir sayı Beşiktaş için özellikle Avrupa mecrasında.

Belli bir düzen, kalıp içinde set hücumu yapamıyor Beşiktaş. Olympiakos maçına bakmamak gerek sadece. Öyle ki ligde de bu böyle. Resmen bir set hücumu yok. Curtis Jerrells’ın gidişiyle belki takım daha iyi top paylaşıyor, top daha fazla dönüyor, savunma belki bir kat daha sertlik kazandı; ancak bunların hiç biri somut olarak skora yansımıyor. 60 sayıları zor buluyor Beşiktaş. Çeyrek başına 15 sayıya denk gelir, 10 dakika bir çeyrek olduğuna göre, dakika başına 1,5 sayı gibi mantığa sığmayan bir potansiyelle oynuyorlar.

Beşiktaş kazandığı bütün maçlarda üçlük yüzdesi hep yanındaydı. Olympiakos maçında 3/14 ile %21de kaldı siyah-beyazlılar. Dışarıdan neredeyse tehdit oluşturabilecek oyuncumuz yok. Serhat Çetin ve D. Ewing dışında güvenebileceğimiz bir dış sayı tehdidi yok. Böyle olunca da maç içersinde rakip takım gömüldükçe gömülüyor, içeriden de sayı şansını azaltıyor. Hücum dağılınca, savunmada da yelkenler suya iniyor ve kolay sayı yemeye başlıyoruz. Kelebek etkisi.

Erman Kunter
Erman Kunter’le Samet Aybaba aslında aynı kaderi paylaşıyorlar “feda” senesinde. İkisininde yedek kulübesinden getirebileceği iyi bir isim yok. Basket takımının benchi inanılmaz sınırlı; bununla beraber pozisyon zenginliğimizde yok. Vidmar dışında 5 numaramız yok (Cemal Nalga’yı saymıyorum), Serhat Çetin dışında 3 numaramız yok. Patrick Christopher sezonun balonu çıktı kimsenin haberi yok. Süre almayan oyuncu çok. Barış Hersek neden bu kadar az kullanılıyor anlamak mümkün değil… Aslında çok fazla neden var ama hangi birini buraya yazacağız. Sakatlıklar en büyük etkenlerden bir tanesi mesela.

P. Christopher Üçlük Denerken...
      Sezon başında belki bütçeden dolayı –ki çok büyük ihtimalle öyledir- çok yanlış transferler yapılmış. Türk oyuncu kalitesi en kötü takım Beşiktaş, Anadolu Efes’in, Fenerbahçe Ülker’in, Galatasaray Medical Park’ın ve bana göre Banvit’in de arkasında bu konuda. Muratcan Güler ve Tutku Açık'tan hücumda sayı beklemek ne kadar mantıklı bilemiyorum. Evet, Tutku Açık bu ülkenin en iyi ikili oyun oynayan oyun kurucusu ama bir o kadar da en istikrarsız dış sayı tehdidi. Tehdid demek ne kadar doğru o da tartışılır. Muratcan Güler ise çok sınırlı. Mücadelesine kimse bir şey diyemez ancak en yakın rakibi 5m uzaktayken bile şuta kalkmıyor, kalksa bile güvenmiyor/güven vermiyor. Can Akın sakatlıktan döndü ama eski Can Akın’la arasında dağlar kadar fark var. Bir takımın oyun kurucuları bu haldeyken bu takımı suçlamak yersiz zaten. Ama kimse bu üç oyuncuya da sahada elinden geleni yapmıyor, mücadele etmiyor, koşmuyor diyemez.

Can Akın Oyun Kurarken...
       Beşiktaş, misyonunu tamamladı artık sadece tecrübe kazanmaya bakıyor. Bu bütçeyle buralara kadar gelmek de güzel. Sonuçta Avrupa’nın en iyi 16 takımından bir tanesi Siyah Beyazlılar. Bundan sonra sadece maçlara çıkıp 40 dakikayı eritmekten öteye gidemez bu kadro. Lig içinde çok fazla bir şey söylenemez. Playofflarda seyircinin itici gücüyle bir yerlere gelebilirse gelebilir bu takım ancak hiç umudum yok. 

Dikkat ederseniz, ilk defa rakipten hiç bahsetmedim. Beşiktaş bu haldeyken rakipten pek bahsetmeye gerek yok çünkü basketbolun doğrularını az biraz uygulayan her takım şu an Beşiktaş’ı devirebilecek şansa ve olanağa sahiptir.

                                                                                                           Mert Yücetepe